İzmir'in Yunanistan'a Verilmemesi: Kilit Kararlar Ve Sonuçları

by Admin 63 views
İzmir'in Yunanistan'a Verilmemesi: Kilit Kararlar ve Sonuçları

Hey millet! Bugün, tarihimizin en kritik dönemeçlerinden birini, İzmir ve çevresinin Yunanistan'a bırakılmamasına nerede karar verildiğini ve bu kararın arkasındaki destansı mücadeleyi konuşacağız. Bu öyle basit bir konu değil, bağımsızlığımızın, egemenliğimizin ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atan olayların tam kalbinde yer alıyor. İzmir, sadece bir şehir değil, Türk milletinin azim ve direnişinin sembolü haline gelmişti. İşte bu yüzden, İzmir'in Yunanistan'a verilmemesi meselesi, hem diplomatik arenada hem de savaş meydanlarında verilen çetin bir mücadelenin sonucudur. Gelin, bu büyük zaferin ve stratejik kararların perde arkasına birlikte göz atalım. Bu süreç, Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden Lozan Barış Antlaşması'na kadar uzanan, her anı derslerle dolu, Türkiye'nin kaderini belirleyen önemli adımlarla doluydu. Türk milleti, kendi toprakları üzerindeki egemenlik hakkından asla vazgeçmeyeceğini tüm dünyaya göstermiş, bu kararlılığıyla bugünkü Türkiye'nin sınırlarını çizmiştir. Bu yolculukta, ulusal birlik ve beraberliğin, liderlik dehasının ve uluslararası diplomasinin inceliklerinin ne kadar önemli olduğunu göreceğiz.

İzmir'in Kaderi: Birinci Dünya Savaşı Sonrası Durum ve Hedefler

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisiyle birlikte, İzmir ve çevresi, büyük bir uluslararası anlaşmazlığın ve emperyalist emellerin odak noktası haline geldi, arkadaşlar. Savaşı kazanan İtilaf Devletleri, Osmanlı'yı parçalama planları yaparken, özellikle İngiltere'nin de desteğiyle Yunanistan'ın Ege Denizi'ndeki toprak talepleri giderek artıyordu. Yunanistan, antik çağlardan gelen "Megali İdea" yani "Büyük Fikir" idealini canlandırmak, Ege'deki ve Batı Anadolu'daki Rum nüfusunu bahane ederek bölgede hakimiyet kurmayı hedefliyordu. Paris Barış Konferansı (1919) sırasında bu talepler ciddi bir şekilde masaya yatırıldı ve ne yazık ki, o dönemki Osmanlı hükümetinin zayıf pozisyonu nedeniyle, İzmir'in Yunanistan'a verilmesi fikri giderek ağırlık kazanıyordu. Bu durum, Anadolu'da büyük bir infiale yol açtı. İtilaf Devletleri, İzmir'deki asayişin bozuk olduğunu ve Hristiyan halkın korunması gerektiğini iddia ederek, 15 Mayıs 1919'da Yunan ordusunun İzmir'i işgal etmesine izin verdi. Bu işgal, sadece İzmir için değil, tüm Anadolu için karanlık günlerin başlangıcıydı. İşgalin acımasızlığı ve şiddeti, Türk milletinin bağımsızlık ruhunu alevlendirdi ve ulusal direnişin fitilini ateşledi. İzmir'in işgali, Türk Kurtuluş Savaşı'nın miladı oldu diyebiliriz. Bu olay, Türk halkının "artık yeter" dediği, kendi kaderini kendi elleriyle çizmeye karar verdiği dönemin başlangıcıydı. İşgalin ardından yaşanan zulümler, Anadolu'nun dört bir yanında örgütlenmeye başlayan Kuvâ-yi Milliye ruhunu besledi ve Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkarak başlattığı bağımsızlık mücadelesine meşruiyet kazandırdı. Bu dönemde imzalanan ve ölü doğan bir antlaşma olan Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) ise, İzmir'i Yunan yönetimine bırakmakla kalmıyor, Osmanlı topraklarını paramparça ediyordu. Türk milletinin bu antlaşmayı asla tanımayacağı ve tüm gücüyle direneceği o günden belliydi. Sevr, Türk halkının varoluş mücadelesini daha da şiddetlendiren bir katalizör görevi gördü. Uluslararası güçlerin bu tür dayatmaları, Anadolu'daki bağımsızlık ateşini söndürmek yerine daha da harlamış, Türk milletini tek vücut haline getirmiştir.

Milli Mücadele Ruhu: Anadolu'da Başlayan Direniş

İzmir'in işgali ve Sevr Antlaşması'nın dayatılması, Türk milletinin kaderini kendi ellerine alma ve ulusal egemenliğini yeniden tesis etme iradesini tetikledi, arkadaşlar. İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde Anadolu'da başlayan Milli Mücadele ruhu, tüm imkansızlıklara rağmen bir ışık gibi parladı. İzmir'deki ilk kurşunu atan Hasan Tahsin'den, Ege'deki direnişi örgütleyen efelerimize kadar, her köşede bir direniş ateşi yanmaya başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak, "Ya İstiklal Ya Ölüm!" parolasını benimseyen bir bağımsızlık meşalesini yaktı. Bu sadece bir slogandan ibaret değildi; Türk milletinin genlerine işlemiş özgürlük aşkının somut bir ifadesiydi. Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde alınan kararlar, ulusal egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ve vatanın bölünmez bir bütün olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Ankara'da kurulan Büyük Millet Meclisi (23 Nisan 1920), yeni Türk devletinin temellerini attı ve ulusal iradenin temsilcisi oldu. Bu meclis, işgalci güçlere karşı verilecek mücadelenin yasal ve meşru zeminini oluşturdu. Meclis hükümeti, düzenli orduların kurulması için büyük çaba sarf etti. Kuvâ-yi Milliye birliklerinin zaman zaman yetersiz kaldığı ve düşmanı tamamen durduramadığı anlaşıldıktan sonra, disiplinli ve modern bir orduya ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı. Bu, Kurtuluş Savaşı'nın seyrini değiştiren en önemli kararlardan biriydi. Doğu Cephesi'nde Kazım Karabekir Paşa, Güney Cephesi'nde Sütçü İmam ve Şahin Bey gibi kahramanlar, işgalcileri durdurmak için destansı bir mücadele verdi. Ancak asıl ve en çetin mücadele, Batı Cephesi'nde Yunan ilerleyişini durdurmak için verilecekti. İnönü Savaşları'nda İsmet Paşa komutasındaki düzenli ordu, Yunanları art arda iki kez durdurarak büyük bir moral ve stratejik zafer kazandı. Bu zaferler, Türk ordusunun gücünü ve milletin direniş azmini tüm dünyaya gösterdi. Sakarya Meydan Muharebesi ise, Türk Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktalarından biri oldu. "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır." emriyle Mustafa Kemal Paşa'nın dehası ve Türk askerinin fedakarlığı, Yunan ilerleyişini kesin olarak durdurdu. Bu, savunmadan taarruza geçişin habercisiydi ve İzmir'in kurtuluşu için umutları yeşertti.

Zafere Giden Yol: Büyük Taarruz ve İzmir'in Kurtuluşu

İnönü ve Sakarya zaferleriyle Türk ordusu güçlenirken, Yunan ordusu Anadolu içlerine doğru ilerleyişinde önemli bir kayıp yaşamıştı, ancak hâlâ Batı Anadolu'nun büyük bir kısmını işgal altında tutuyordu. İşte bu noktada, İzmir ve tüm Batı Anadolu'yu kurtaracak son ve en büyük hamle olan Büyük Taarruz planları devreye girdi, sevgili dostlar. Mustafa Kemal Atatürk'ün bizzat komuta ettiği bu destansı operasyon, Türk'ün bağımsızlık aşkının ve askeri dehasının zirvesiydi. Gizlice hazırlanan taarruz planı, düşmanı şaşırtacak ve Türk milletinin bağımsızlık iradesini tüm dünyaya gösterecekti. 26 Ağustos 1922 sabahı başlayan Büyük Taarruz, adeta bir fırtına gibi esti. Türk ordusu, Kocatepe'den başlayan yürüyüşüyle düşman mevzilerini bir bir aşarak ilerlemeye başladı. Düşmanın tahkimatlarını ve savunma hatlarını hızla yararak, Afyonkarahisar çevresinde kritik başarılar elde etti. Ardından gelen Başkomutanlık Meydan Muharebesi (Dumlupınar Meydan Muharebesi), Türk Kurtuluş Savaşı'nın en parlak zaferlerinden biri oldu. Bu muharebede, Yunan ordusu kesin bir yenilgiye uğratıldı ve dağılma sürecine girdi. Mustafa Kemal Paşa'nın o tarihi emri: "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" ile Türk süvarileri, yenilmiş düşmanı takip ederek İzmir'e doğru hızla ilerlemeye başladı. Bu emir, sadece askeri bir direktif değil, aynı zamanda Türk milletinin bağımsızlık ve egemenlik ülküsünün bir manifestosuydu. Yunan ordusu, Anadolu'dan çekilirken yakıp yıktığı köylerle, katlettiği sivil halkla ve yaptığı vahşetlerle geride büyük bir yıkım bırakıyordu. Ancak Türk ordusu, yıkılanı onarma ve halkın yaralarını sarma azmiyle ilerliyordu. 9 Eylül 1922'de Türk ordusu İzmir'e girdi. Bu tarih, İzmir'in işgalden kurtulduğu ve Türk egemenliğinin yeniden sağlandığı şanlı bir gündü. İzmir halkı, uzun yıllar süren işgalin ardından ordusunu büyük bir coşkuyla karşıladı. Bu zafer, sadece bir şehrin kurtuluşu değil, aynı zamanda Türk Kurtuluş Savaşı'nın askeri safhasının kesin olarak sona erdiğinin ve Anadolu'daki tüm Yunan varlığının son bulduğunun ilanıydı. Büyük Taarruz ve İzmir'in kurtuluşu, diplomatik arenada Türkiye'nin elini güçlendiren en büyük etken oldu. Artık masa başında hak talep etmek değil, kazanılan zaferlerle uluslararası camianın karşısına çıkmak mümkündü.

Kilit Karar: Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın Önemi

Evet arkadaşlar, İzmir'in ve tüm Batı Anadolu'nun Yunanistan'a bırakılmayacağının fiilen kararlaştırıldığı yerlerden biri, hatta ilk somut diplomatik adımı atmamızı sağlayan yer Mudanya Ateşkes Antlaşması'dır! Büyük Taarruz'un zaferle sonuçlanması ve Türk ordusunun İzmir'i kurtarması üzerine, İtilaf Devletleri artık Anadolu'daki Türk zaferini görmezden gelemezdi. Savaşın devam etmesinin anlamsız olduğunu ve Türk tarafının askeri gücünün ciddiye alınması gerektiğini anladılar. Bu durum, diplomatik görüşmelerin yolunu açtı. 11 Ekim 1922'de, Bursa'nın Mudanya ilçesinde, Türk ordusunun Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa'nın talimatıyla Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyeti ile İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcileri arasında Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Yunanistan ise bu görüşmelere doğrudan katılamadı ve İngiliz temsilcisi aracılığıyla temsil edildi, ki bu da Yunanistan'ın o anki zayıf pozisyonunun ve diplomatik yalnızlığının açık bir göstergesiydi. İşte bu antlaşma, Türk Kurtuluş Savaşı'nın askeri safhasını resmen sona erdirdi ve diplomatik masada Türkiye'nin zaferini tescilledi. Mudanya'da alınan en önemli kararlardan biri şuydu: Doğu Trakya, Meriç Nehri sınır olmak üzere Türkiye'ye bırakılacaktı. Yunan birlikleri, 15 gün içinde Doğu Trakya'dan çekilecek ve bu bölge, Türk jandarması tarafından teslim alınacaktı. Bu karar, İzmir'in işgalden kurtulmasından sonra, başka bir önemli stratejik bölgenin savaşmadan geri kazanılması anlamına geliyordu. Ve daha da önemlisi, İtilaf Devletleri'nin Yunanistan'ın Anadolu'daki varlığını tanımaktan vazgeçtiğini gösteriyordu. Yani, İzmir ve çevresi zaten askeri zaferle kurtarılmıştı; Mudanya, bu zaferi diplomatik olarak da pekiştirdi ve gelecekteki barış görüşmelerinin temelini attı. Antlaşma, İzmir'in Türk topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu zımnen kabul ettiriyor, Türk devletinin egemenliğini Doğu Trakya'da da sağlamlaştırıyordu. Bu antlaşma, aynı zamanda İstanbul ve Boğazlar Bölgesi'nin idaresinin de aşamalı olarak Türk Hükümetine devredilmesini öngörüyordu. Mudanya, Türk tarafının gücünü ve kararlılığını uluslararası arenaya taşıyan, Sevr Antlaşması'nı fiilen geçersiz kılan ve Lozan Barış Konferansı'nın kapılarını ardına kadar açan tarihi bir belgeydi. Kısacası, İzmir'in Yunanistan'a verilmemesi kararı, Mudanya ile kalıcı bir diplomatik zemine oturtuldu ve Türkiye'nin egemenlik hakları tartışılmaz hale geldi.

Egemenliğin Tescili: Lozan Barış Antlaşması ve Sonuçları

Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Türk ordusunun kazandığı askeri zaferler diplomatik zemine taşındıktan sonra, sıra yeni Türk devletinin sınırlarını ve uluslararası statüsünü kesin olarak belirleyecek olan Lozan Barış Antlaşması'na geldi, sevgili arkadaşlar. İzmir'in Yunanistan'a bırakılmaması kararının nihai olarak tescillendiği ve uluslararası hukuka uygun hale getirildiği yer işte burasıydı: İsviçre'nin Lozan kentindeki çetin pazarlık masası. 20 Kasım 1922'de başlayan ve iki ayrı dönemde yaklaşık sekiz ay süren Lozan Barış Konferansı, Türk heyeti için tam bir diplomasi maratonu oldu. İsmet Paşa'nın (daha sonra İsmet İnönü olacak) başkanlığındaki Türk heyeti, tam bağımsızlık ilkesinden asla taviz vermeden, büyük bir kararlılıkla mücadele etti. Konferansta, Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve askeri bağımsızlığını kısıtlayıcı her türlü maddeye karşı duruldu. Kapitülasyonlar, duyunu umumiye (Osmanlı borçları) gibi konular, Boğazların statüsü, Musul meselesi ve özellikle sınırlar gibi pek çok hassas konu, masada yoğun tartışmalara neden oldu. İtilaf Devletleri, Türk devletini eski Osmanlı'nın mirasıyla ve kısıtlamalarla boğmaya çalışırken, Türk heyeti yeni, bağımsız ve egemen bir devletin temsilcisi olarak dik durdu. İzmir'in statüsü konusunda ise, Mudanya'da zaten fiilen çözülen durum, Lozan'da uluslararası bir antlaşmayla kesin olarak teyit edildi. Türkiye'nin Batı sınırı, Büyük Taarruz'da kazanılan zaferlerin doğal bir sonucu olarak belirlendi ve İzmir ile tüm Batı Anadolu'nun Türkiye Cumhuriyeti'nin ayrılmaz bir parçası olduğu resmen kabul edildi. Bu, Yunanistan'ın Ege'deki yayılmacı emellerinin hukuken de sona erdiği anlamına geliyordu. 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması, Türk milletinin kazandığı askeri zaferi diplomatik bir zaferle taçlandırdı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları, uluslararası alanda tanındı ve egemenliği tüm dünyaya ilan edildi. Kapitülasyonlar kaldırıldı, ekonomik bağımsızlık sağlandı ve bağımsız bir devletin tüm hakları elde edildi. Lozan, Sevr Antlaşması'nı tamamen ortadan kaldıran, Türk bağımsızlık mücadelesinin haklılığını tüm dünyaya kabul ettiren, çağdaş Türkiye'nin tapu senedi niteliğinde bir antlaşmadır. Bu antlaşmayla, İzmir ve çevresinin Yunanistan'a verilmemesi kararı, geri dönülemez bir şekilde mühürlenmiş oldu, arkadaşlar.

Geleceğe Miras: Bir Bağımsızlık Sembolü Olarak İzmir

Ve işte geldik, sevgili arkadaşlar, İzmir'in Yunanistan'a verilmemesi kararının ve bu uğurda verilen mücadelenin geleceğe miras bıraktığı anlamlara. Bu konu, sadece tarih kitaplarında kalmış tozlu sayfaların ötesinde, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluş felsefesini ve bağımsızlık ruhunu simgeleyen canlı bir destandır. İzmir, Türk Kurtuluş Savaşı'nın askeri ve diplomatik zaferlerinin en somut kanıtlarından biridir. Mudanya ve Lozan'da alınan kararlar, Anadolu toprakları üzerinde egemenlik hakkımızı tartışılmaz bir biçimde tescil etmiştir. Bu kararlar, ulusal birlik ve beraberliğin, stratejik liderliğin ve büyük fedakarlıkların sonucudur. İzmir'in kurtuluşu ve Yunanistan'a bırakılmaması, Türk milletine kendine olan güvenini yeniden kazandırmış, yeni bir devlet kurma ve modern bir ulus inşa etme azmini güçlendirmiştir. Bu zafer, emperyalist güçlerin dayatmalarına karşı durma ve kendi kaderini tayin etme hakkının en parlak örneklerinden biridir. Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde başlatılan bu mücadele, sadece bir toprak parçasını geri almakla kalmamış, aynı zamanda Türk milletinin onurunu ve şerefini de kurtarmıştır. Bugün İzmir, modern Türkiye'nin önemli bir parçası, ekonomik ve kültürel merkezlerinden biri olarak dimdik ayakta duruyor. Her 9 Eylül'de kutlanan İzmir'in Kurtuluş Günü, bu destansı mücadelenin ve kazanılan zaferin bir hatırlatıcısıdır. Bu gün, geçmişte ödenen bedelleri anmamızı, bağımsızlığımızın kıymetini daha iyi anlamamızı ve geleceğe umutla bakmamızı sağlar. Bu olaylar, genç nesillere vatan sevgisini, milli şuuru ve fedakarlık ruhunu aşılamak için eşsiz bir ilham kaynağıdır. Unutmayın arkadaşlar, tarihimizdeki bu kilit kararlar, sadece o günün koşullarında alınan basit adımlar değildi; onlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temellerini atan, gelecek nesillerin özgür ve bağımsız yaşayabilmesi için atılmış cesur adımlardı. İzmir'in kaderi, aslında tüm Türkiye'nin kaderiyle iç içe geçmiş, bir milletin diriliş öyküsüdür. Bu yüzden, bu tarihi iyi bilmek, onu doğru anlamak ve gelecek nesillere aktarmak, hepimizin görevidir. Türkiye, kendi tarihinden aldığı güçle, geleceğe emin adımlarla yürümeye devam edecektir.